Şuayb Aleyhisselam

Bismillahirrahmanirrahim

 

Şuayb Aleyhisselâmın Soyu : 

Şuayb b. Mîkâil, b. Yeşcür, b. Medyen, b. İbrahim Aleyhisselâmdır. Şuayb Aleyhisselâmın annesi: Lut Aleyhisselâmın kızı Mîkâil’dir. Şuayb Aleyşhisselâm, Mûsâ Aleyhisselâmın Kayınpederi idi. Şuayb Aleyhisselâmın dili: Arapça idi.

Şuayb Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:

Şuayb Aleyhiselâm: orta boylu, buğday benizli idi. Son zamanlarında, gözleri, görmez olmuştu. Âmâ idi.

Şuayb Aleyhisselâmın Peygamber Gönderildiği Medyen Ve Medyenliler, Eyke Ve Eykeliler: 

Medyen: Kulzum denizinin üst tarafında, Tebük şehrinin hizasında, Tebük’e, altı Merhale kadar uzaklıkta, Tebük’ten daha büyük bir şehirdir.

Medyen ile Tebük, birbirine komşu iki şehirdir.

Mûsâ Aleyhisselâmın, Mısır’dan kaçtığı zaman, Şuayb Aleyhisselâmın davarlarını suladığı kuyu -üzerine, bir bina yapılmış olarak- hâlâ, Medyende bulunmaktadır.

Medyen’e, Medyen b. İbrahim Aleyhisselâm’dan dolayı, Medyen ismi verilmiştir.

Medyen; hem Medyen b. İbrahim Aleyhisselâm oğullarının, hem de, yurtlarının ismi idi.

Medyen halkının, en büyük günahları:

Allah’a, şerik koşarak, çevresi, birbirine sarmaşık meşe ağaçlarıyla sarılı bir meşe ağacına tapmaları,

Bir çok günah işlemeleri

Ölçerken, tartarken, tam alıp eksik vermeleri

Halkın eşyasına karşı, haksızlık etmeleridir.

Yolları, keserler, gelen geçenlerin mallarından, onda bir pay alırlar,

İnsanları, Şuayb Aleyhiselâmın yanına varmaktan, korkutur,

Mü’minleri, ölümle tehdit ederler, onları dinlerinden döndürmek isterlerdi.

“Şuayb, yalancıdır! Sizi, dininizden döndürmesin!” derlerdi.

Eyke de: deniz sahili ile Medyen arasında bulunan, sık ağaçlı, meşelik bir yer olup burada oturan halk’a: Eshâb-ı Eyke denilirdi,

Eshâb-ı Eyke; Şuayb Aleyhisselâmın -Medyen halkı gibi- kavmi, değildi.

Gerek Medyen halkı, gerek Eshab-ı Eyke, kendilerine Peygamber gönderilen iki ayrı kavim idi.

Eshabı Eyke; Ehl-i Bâdiye = Kır halkı idi.

Eshâb-ı Eyke de, müşrik oldukları gibi, aynı zamanda, Medyen halkının kötü âdetlerini de, benimseyip âdet edinmişlerdi.

Şuayb Aleyhisselâmın Peygamber Gönderilişi Ve Bazı Faziletleri: 

Yüce Allah; Şuayb Aleyhisselâmı, hem kendi kavmi olan Medyen kavmine, hem de, Eshâb-ı Eyke’ye, Peygamber olarak gönderdi.

Şuayb Aleyhisselâm; Yüce Allah’ın, Âdem, Şit, İdris, Nuh ve İbrahim Aleyhisselamlara indirdiği Sahifeleri okurdu.

Şuayb Aleyhisselâm; kavmini, güzel ve yüksek sözlerle uyarmaya çalıştığı için, kendisine (Peygamberler Hatîbi) denilmiştir.

Şuayb Aleyhisselâm, onları, Yüce Allah’a, ibadet ve tâata davet etti.

Yer yüzünde fesat çıkarmaktan,

Halkı, Allah yolundan men etmeye çalışmaktan

Zulümden ve benzeri kötülüklerden

(Eksik veya kalp) para kesmekten… sakındırdı.

Yüce Allah’ın verdiği rızk bolluğu ve geçim rahatlığı, ancak, onların, Allah’a karşı küfürlerini artırıp azaplarını çabuklaştırmaya yaradı.

Azgınlık ve sapkınlıkta devam ettiler.

Şuayb Aleyhisselâmın, onlara, Allah’ı hatırlatması, kendilerini, Allah’ın azabı ile korkutması, bir fayda vermedi.

Şuayb Aleyhisselâm, yalnız halkı değil, Mısır Firavununu bile:

“Ey Firavun! Gök halkı, yer halkı, denizler ve dağlar halkı, kızdığı zaman, Allah’ın da, gazaba geleceğinden korkmaz mısın?” diyerek uyarmaya çalışmaktan geri durmadı.

O zaman, Peygamberlerin Asaları ve bu cümleden olarak Musa Aleyhisselama vermiş olduğu mucize asa da, Şuayb Aleyhisselâmın yanında bulunuyordu.

Medyen Ve Eyke Halkının Helak Oluşu: 

Medyen ve Eyke halkı, Şuayb Aleyhiselâmı, yalanladıkları ve onun öğütlerini reddettikleri için, azaba uğradılar.

Yüce Allah; yedi gün, onların üzerlerinden, tatlı yel esintisini kesti.

Üzerlerine, son derecede şiddetli, yakıp kavurucu bir sıcaklık saldı.

Sıcaklık, kendilerini, yakaladı, bunalttı.

Hemen, evlerin içine girdiler.

Sıcaklık, evlerin içinde de, kendilerini, yakaladı, bunalttı.

Yüce Allah, yedi gün, Sam yeli estirdi.

Sıcaklık; kuyuları ve su kaynaklarındaki suları bile kuruttu!

Ayaklarının altındaki yerin sıcaklığından, ayaklarının etleri döküldü.

Sıcaklığa dayanamayarak kendilerini, yere attılar, yanlarının üzerine yattılar.

Kendilerine, ne gölge, ne su, bir fayda vermedi.

Nihayet, evlerden çıkarak Sahra’ya kaçtılar.

Bunun üzerine, Yüce Allah, onlara, güneşten gölgeleyecek bir bulut gönderdi.

O bulutun altında biraz serinlik ve rahatlık bulunca, birbirlerini, bulutun altında toplanmaya çağırdılar.

Hepsi, bulutun altında toplandıkları zaman, altlarından, yer sarsıntısına, üstlerinden de, Cebrail Aleyhisselâmın Sayhasına tutuldular.

Cebrail Aleyhisselâm, üzerlerine inip bağırınca, dağlar ve yer sarsıldı. Yüce Allah; gölgeyi, onların üzerlerinden kaldırıp açtı, güneşi, alevlendirdi. Sonra da, üzerlerine, ateş saldı, yağdırdı. Çekirgelerin, tava içinde piştikleri gibi yanıp kavruldular!

Medyen halkının helakinden sonra, Eyke halkı da, yedi gün süren şiddetli sıcak ve ateşle helak edildiler.

Yüce Allah; Şuayb Aleyhisselâmla ona, iman edenleri, bu azaplardan Rahmetiyle kurtardı.(1)

Kur’ân-ı Kerim’in Şuayb Aleyhisselâmla Medyen Ve Eyke Halkı Hakkındaki Açıklaması: 

“Medyen (halkına)da, kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik, Şuayb, onlara):

Ey kavmim! Allah’a, ibâdet ediniz! Sizin, Ondan başka hiç bir ilâhınız yoktur!

Rabb’inizden, size apaçık bir Burhan gelmiştir.

Artık, kileyi, teraziyi, tam tutunuz.

İnsanların eşyasına (karşı) haksızlık etmeyiniz!

Yer yüzünü -o, ıslah edildikten sonra- fesada vermeyiniz!

(Bana) inanıcı iseniz, (bu söylediklerim), sizin için, hayırlıdır.

Siz; Allah’a iman edenleri, tehdit ederek, (onları) Allah’ın yolundan men ederek (o yolun) eğriliğini arayarak, öyle bir caddenin başına tutup oturmayınız!

Düşününüz ki: vaktiyle siz, pek az idiniz de, (Allah) sizi, çoğalttı.

Eğer, içinizden bir kısmı, benimle gönderilen şeye, iman etmiş, bir kısmı da, inanmamışsa, Allah, aramızda hükmünü verinceye kadar, sabrediniz.

O, hâkimlerin en hayırlısıdır.” dedi.

Onu kavminden (iman etmeyi) kibirlerine yediremeyen kodamanlar:

“Ey Şuayb! Seni ve yanındaki iman edenleri, ya muhakkak, memleketimizden çıkaracağız, yahut, mutlaka, bizim dinimize döneceksiniz!” dediler.

O: Ya biz, istemesek de mi? dedi.

Allah, bizi, ondan kurtardıktan sonra, yine, sizin dininize dönersek, Allah’a karşı, muhakkak, yalan düzmüş, iftira etmişiz (demek)tir ki, ona, dönmemiz, bizim için, olacak şey değildir.

Meğer ki, Rabb’imiz olan Allah, dileye!

Rabb’imizin ilmi, her şeyi kaplamıştır.

Biz, ancak, Allah’a güvenip dayandık.

Ey Rabb’imiz! Bizimle kavmimizin arasında, Sen, hakk olanı, hükmet!

Sen, hükmedenlerin en hayırlısısın!”

Onun kavminden kâfir olan ileri gelenleri:

“Şuayb’a uyarsanız, and olsun ki: o takdirde, muhakkak, en büyük zarara uğramış kimseler olacaksınız!” dediler.

Bunun üzerine, onları, o müthiş zelzele ve sayha yakalayıverdi de, yurtlarında diz üstü çöken (helaka uğrayan) kimseler oldular.

Şuayb’ı, yalanlayanlar, sanki, (yurtlarında) hiç oturmamış gibi oldular. Şuayb’ı yalanlayanlardır ki, en büyük zarara uğrayanlar, onlar, olmuşlardır.

Bunun üzerine (Şuayb), onlardan yüz çevirip (kendi kendine) and olsun ki, dedi, ey kavmim! Ben, size, Rabb’imin gönderdiği (hükümleri) ulaştırdım. Sizin iyiliğinizi istedim.

Şimdi, ben, o kâfirler güruhu üzerine nasıl tasalanırım?” dedi.

Biz, hangi memlekete bir Peygamber gönderdik ise, onun halkını, yalvarıp yakarsınlar diye mutlaka fakirlikle, şiddetle, hastalıkla (sıkıp) yakaladık.

Sonra, bu sıkıntının yerine, iyilik (selâmet, bolluk) verdik. Nihayet, çoğaldılar:

“Atalarımıza da (kah böyle) fakirlik, şiddet, hastalık, (kah böyle) iyilik, genişlik dokunmuştur.” dediler.

Bunun üzerine, biz de, kendileri farkına varmadan, onları, ansızın tutup yakalayıverdik!

Eğer, o memleketler halkı, iman edip te (küfür ve isyandan) sakınmış olsalardı, elbette, üzerlerine gökten ve yerden nice bereketler açardık.

Fakat, onlar, (Peygamberlerini) yalanladılar da, biz de, kazanmakta oldukları (küfür ve isyan) yüzünden onları, tutup yakaladık!

O memleketlerin halkı, kendileri geceleyin uyurlarken, azabımızın gelip çatmasından (korkmayıp) emin mi oldular?

Onlar, artık, Allah’ın, (kendilerini) ihmal ettiğinden mi emin oldular?

Fakat, büyük zararı göze alanlar güruhundan başkası, Allah’ın ihmalinden emîn olmaz.

(Evvelki) sahiplerinden sonra, yeryüzüne vâris olanlara, hâlâ şu hakîkat belli olmadı mı ki: Biz, dileseydik, onları da, günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık.

Biz, onların kalpleri üzerine mühür basarız.

Binâenaleyh, (hakîkati) işitmezler.

İşte, o memleketlerin hali! Sana, onların haberlerinden bir kısmını naklediyoruz.

And olsun ki: Peygamberleri, onlara, apaçık alâmetler (Mucizeler) getirmişlerdir.

Fakat, daha önceden yalanlamış oldukları şeylere iman etmediler.

İşte, kâfirlerin yüreklerine -Allah, böyle mühür basar.

Biz, onların çoğunda ahde vefa) bulmadık.

Onların çoğunu, muhakkak ki, itaatten çıkmış kimseler bulduk,(2)

“Medyen’e de, kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik):

Ey kavmim! Allah’a ibadet ediniz. Sizin, Ondan başka hiç bir İlâhınız yoktur

Ölçeği, tartıyı, eksik tutmayınız.

Ben, sizi, hakîkat bir nimet (ve refah) içinde görüyorum.

Şüphesiz ki, ben, bir gün, (hepinizi) çepeçevre kuşatıcı bir azaptan korkmaktayım!

Ey kavmim! Ölçekte ve tartıda adaleti, yerine getiriniz!

İnsanların eşyasını (mallarını, haklarını) eksiltmeyiniz!

Yer yüzünde fesatçılar olarak fenalık yapmayınız!

Eğer, Mü’min iseniz, Allah’ın (helâlından) bıraktığı (kâr), sizin için, daha hayırlıdır.

(Bununla beraber) ben, sizin üzerinizde bir bekçi de, değilim.” dedi.

“Ey Şuayb! Atalarımızın taptığı şeylerden, yahut, mallarımıza ne dilersek, onu, yapmamızdan vaz geçmemizi, sana, namazın mı emrediyor?

Çünkü, sen, muhakkak ki, sen, yumuşak huylu, aklı başında (bir adam)sın!” dediler.

“Ey kavmim! Ya ben, Rabb’imden (gelen) apaçık bir Burhanın üzerinde isem, ve O, bana, Kendisinden, güzel bir rızk ihsan etmiş ise, ne dersiniz?

Size ettiğim yasağa, ben kendim muhalefet etmek istemiyorum ki. Ben gücümün yettiği kadar ıslahtan başka bir şey arzu etmem! Benim muvaffakıyetim, ancak, Allah’ın yardımıyladır. Ben, yalnız Ona güvenip dayandım ve yalnız Ona dönerim.

Ey kavmim! Bana olan düşmanlığınız, Nuh kavminin, ya Hûd kavminin ya da, Salih kavminin başlarına gelenler gibi, size bir musibet yüklemesin!

Lut kavmi da, size uzak değil!

Rabb’inizden, mağfiret dileyiniz! Sonra, Ona, tevbe ile rücu’ ediniz.

Çünkü, benim Rabb’im, çok Esirgeyendir, (Mü’minleri) çok sevendir” dedi.

“Ey Şuayb! Biz, senin söylemekte olduğundan bir çoğunu iyice anlamıyoruz.

Seni de, içimizde cidden zaif (âciz) görüyoruz.

Eğer, kabilen olmasaydı, muhakkak ki, seni, taşla öldürürdük!

Sen, bizden üstün bir şeref sahibi değilsin ki…” dediler.

(Şuayb):

“Ey kavmim! Size göre benim kabilem mi, Allah’tan daha şereflidir ki onu (tutup) arkanıza atılmış (değersiz) bir şey edindiniz?

Benim Rabb’imin ilmi, şüphesiz, ne yaparsanız, hepsini, çepçevre kuşatıcıdır! Ey kavmim! Elinizden geleni yapınız! Ben de, (vazifemi) yapıcıyım.

Yakında bileceksiniz ki: kendisini rüsvay edecek azap, kimin başına gelecektir ve o yalancı kimdir?

O azabı gözetleyiniz!

Ben de, sizinle birlikte (onu) gözetleyiciyim?” dedi.

Vaktâ ki, (Azap) emrimiz geldi.

Şuayb’ı ve onun yanındaki iman etmiş olanları, bizden bir Esirgeme olarak, kurtardık.

Zulüm edenleri ise, korkunç bir ses yakaladı da, yurtlarında diz üstü çöke kaldılar (helak oldular).

Sanki, onlar, orada zâten hiç oturmamışlardı…

Haberiniz olsun ki: Semud (kavmi), İlâhî rahmetten uzaklaştıysa, Medyen (kavmine) da, öyle bir uzaklık (verildi)(3)

“Eshâb-ı Eyke de, gönderilen Peygamberleri, yalanlamıştır.

O zaman, Şuayb, onlara:

(Allah’tan) korkmaz mısınız?

Şüphesiz ki, ben, size gönderilmiş emin bir Peygamber’im.

Artık, Allah’tan korkunuz ve bana, itaat ediniz!

Ben, buna karşı, sizden hiç bir ücret istemiyorum.

Benim mükâfatım, Alemlerin Rabb’inden başkasına ait değildir.

Ölçeği, tam ölçünüz! Eksiltenlerden olmayınız!

Doğru terazi ile tartınız!

İnsanların hakkından, bir şeyi kısmayınız!

Yer yüzünü, bozgunculukla fesada vermeyiniz!

Gerek sizi, gerek (sizden) önceki ümmetleri yaratan (Allâh)dan, korkunuz!” dedi.

“Sen, dediler, ancak, fazla büyülenmişlerdensin!

Sen, bizim gibi bir beşerden başkası değilsin?

Biz, senin, muhakkak yalancılardan olduğunu sanıyoruz!

Eğer, doğruculardan isen, hemen üstümüze gökten bir parça düşür!

(Şuayb):

“Siz ne yapıyorsanız, hepsini, Rabbim, daha iyi bilicidir!” dedi.

Hâsılı, onu yalanladılar da, kendilerini, o gölge gününün azabı yakalayıverdi!

Gerçekten, bu, o günün büyük azabı idi.(4)

“Kendilerini, bir Recfe (korkunç bir Sayha, şiddetli yer sarsıntısı) yakalayıverdi de, hepsi yurtlarında (ölü olarak) diz üstü çöke kaldılar.(5)

Şuayb Aleyhisselâm İle Müminlerin Mekke’ye Hicret Edişi:

Medyen ve Eykeliler, helak olduktan sonra, Şuayb Aleyhisselâm, kendisine iman edenlerle birlikte Mekke’ye gidip yerleştiler ve vefatlarına kadar oradan ayrılmadılar.

Şuayb Aleyhisselâmla yanındaki Mü’minlerin kabirlerinin, Kabe’nin batısında Dârünnedve ile Benî Sehm kapısı arasındaki yerde bulunduğu rivayet edilir.

Zâten, Peygamberlerden, ümmeti helak olan Peygamber, Mekke’ye gelir, orada, Allah’a ibadete koyulur, kendisi ve yanındakiler, vefat edinceye kadar orada kalırdı.

Nitekim, Nuh, Hûd, Salih ve Şuayb Aleyhisselâmların kabirlerinin Zemzem’le Hacerülesved arasında bulunduğu bildirilmektedir.

Şuayb Aleyhisselâm, vefat ettiği zaman, yüz kırk yaşında idi. Ona ve gönderilen bütün Peygamberlere selâm olsun!

(1)Hûd: 94

(2)Ârâf: 85-102

(3)Hûd: 84-95

(4)Şuarâ: 176-189

(5)Ankebût: 37